Ben, psikoloji lisans eğitimim sonrasında Geştalt Psikoterapisi üzerine uzmanlaşan bir psikoloğum. Uzun yıllardır kamu alanında psikolog, sosyal çalışma görevlisi ve çift danışmanı olarak çeşitli görevlerde bulunma imkanı edindim. Şimdi ise özel ofisimde yolumun kesiştiği danışanlarımla buluşmaya, yolculuklarında onlara eşlik etmeye devam
Ben, psikoloji lisans eğitimim sonrasında Geştalt Psikoterapisi üzerine uzmanlaşan bir psikoloğum. Uzun yıllardır kamu alanında psikolog, sosyal çalışma görevlisi ve çift danışmanı olarak çeşitli görevlerde bulunma imkanı edindim. Şimdi ise özel ofisimde yolumun kesiştiği danışanlarımla buluşmaya, yolculuklarında onlara eşlik etmeye devam ediyorum. Çalışmalarımda kişinin ihtiyaç duyduğu destekleyici, geliştirici ve yaratıcı koşulların oluşmasını kolaylaştırmayı hedefliyorum. Bu amaca yönelik varoluşçu ve kişi odaklı, bütüncül yaklaşım modellerini kullanmaktayım. Benimsemiş olduğum yaklaşımlar sayesinde kişinin kendilik farkındalığını, psikolojik sağlamlılığını ve kişisel gelişimini destekleyen, kişinin potansiyelini ve enerjisini ortaya çıkarmayı hedefleyen ve yargılayıcı olmayan bir alan sunmaktayım.
Bireysel psikoterapi seans süresi yaklaşık 50 dakika ve çift psikoterapisi seans süresi yaklaşık 60 dakikadır. Görüşmenin yoğunluğuna göre bu süreler bir miktar uzayabilmektedir. İlk görüşme terapiye geliş amacını ve danışan hakkında genel bilgi almayı içerir. Danışan hakkında edinilen detaylı bilgilerle terapi hedefleri belirlenir. İlk
Bireysel psikoterapi seans süresi yaklaşık 50 dakika ve çift psikoterapisi seans süresi yaklaşık 60 dakikadır. Görüşmenin yoğunluğuna göre bu süreler bir miktar uzayabilmektedir. İlk görüşme terapiye geliş amacını ve danışan hakkında genel bilgi almayı içerir. Danışan hakkında edinilen detaylı bilgilerle terapi hedefleri belirlenir. İlk görüşme ayrıca bir terapi seansıdır bu sebeple süreç ilk seansla birlikte başlatılmış olur. Seans sıklıkları yapılan ilk görüşmede danışanın ihtiyaçlarına göre belirlenir. Genellikle ilk görüşmelerin daha sık oluşturulması, ilerleme ve değişim kaydedildikçe bu seans aralıklarının uzatılarak sürecin devam ettirilmesi uygundur. Seansların ne zaman sona ereceği danışanın ihtiyaçlarına göre belirlenir. Her danışanın ihtiyacının ve kendini destekleme gücünün farklılık göstermesi sebebiyle bu durum kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Seanslar online ve yüz yüze olarak gerçekleştirilmektedir. Randevu oluşturmak için iletişim kısmında yer alan iletişim bilgilerini kullanabilirsiniz. Randevu iptali, seans vaktinden en az 24 saat öncesine kadar gerçekleştirilmelidir. .
Psikoterapi sanıldığı gibi; danışan için huzur bulduğu, rahatladığı ve aramakta olduğu çözüme kavuştuğu bir çalışma alanı sunmamaktadır. Sanıldığının aksine; kişinin kendisini ve ilişkilerini sorguladığı, hatalarını ve eksiklerini fark ettiği, mevcut potansiyelinin ve bu potansiyeli ne şekilde geliştirebileceği üzerine düşündüğü, bazen
Psikoterapi sanıldığı gibi; danışan için huzur bulduğu, rahatladığı ve aramakta olduğu çözüme kavuştuğu bir çalışma alanı sunmamaktadır. Sanıldığının aksine; kişinin kendisini ve ilişkilerini sorguladığı, hatalarını ve eksiklerini fark ettiği, mevcut potansiyelinin ve bu potansiyeli ne şekilde geliştirebileceği üzerine düşündüğü, bazen zorlayan ve düşündüren bir süreçtir. Bu sebeple psikoterapiye başlama kararı pek çok kişi için ertelenen, yok sayılan ya da ‘ben sorunlu değilim, deli miyim’ şeklinde olumsuz atıflarla reddedilen bir süreçtir.
Tüm bunlara rağmen iyi bir eşlikle beraber psikoterapi süreci kişiyi geliştiren, büyüten, kişinin beden, duygu ve düşüncelerinin kendi içerisinde bütünlüğünü ve uyumunu sağlayan yani bütünleştiren, sorumluluk aldıran ve yeni yollar keşfettiren bir çalışma alanıdır. Bu çalışmanın içerisinde; işe yaramayan kişilik özelliklerinin, tutum ve davranışların keşfedilmesi, yerine kişiyi ihtiyacını karşılamasına aracılık edecek yeni seçeneklerin, yeni yolların bulunması, kullanılması ya da tüm bu durumların eksiği ve hatasıyla kabul edilmesi yer alır. Kişi bu yolla kendini tanımaya, hayatı yeniden keşfetmeye ve ilişkilerini düzenlemeye doğru yol alır.
Yeniden doğmanın acı veren etkisi, yerini yavaş yavaş canlılığa ve tazeliğe bırakırken terapinin anlamı tam olarak ortaya çıkmış olur.
Gelişmenin ve ilerlemenin önündeki çoğu engel tekrarlayıp duran aynı tür kararların varlığıyla oluşur. Deneyim döngüsü ile çalışmak ise engellerin nerede ve nasıl oluştuğunun farketmeye, daha spontan ve özgür düşünmeye yardımcı olur. Nasıl mı? Birlikte bakalım.
Zihnimizde daha somut yer alması için ‘su içme’ ihtiyacımızı ele alabiliriz.
Gelişmenin ve ilerlemenin önündeki çoğu engel tekrarlayıp duran aynı tür kararların varlığıyla oluşur. Deneyim döngüsü ile çalışmak ise engellerin nerede ve nasıl oluştuğunun farketmeye, daha spontan ve özgür düşünmeye yardımcı olur. Nasıl mı? Birlikte bakalım.
Zihnimizde daha somut yer alması için ‘su içme’ ihtiyacımızı ele alabiliriz. Herhangi bir işle meşgulken vücudumuz, susuzluğumuzu duyumlar yoluyla bilincimize yansıtır. Boğazımızdaki ya da ağzımızdaki kuruluk hissi bu duyumlara örnektir. Kuruluk hissini duyumsadığımız anda birden susuz olduğumuz zihnimizde belirir. Bu sayede bedenden gelen duyumu fark etmiş ve susuzluğumuzla anlamlandırmış oluruz. O an meşgul olduğumuz işi bırakmayı ve suyun bulunduğu alana gitmeyi düşündüğümüzde ise hali hazırda ihtiyacımızı gidermek için bir plan yapmış oluruz. Suyun bulunduğu alana doğru hareket ederiz. Sürahiden suyu bardağa doldurup içmeye başladığımız anda ise ihtiyacımızla temas etmiş oluruz. Bir bardak susuzluğumuzu giderdiği takdirde ihtiyacımızı karşıladığımızı hissederek, yani doyum sağlayarak bardağı bırakır ve geri çekiliriz.
Duyumsama, fark etme-anlamlandırma, plan yapma, hareket etme, temas etme, doyma ve geri çekilme aşamaları tam olarak susuzluk ihtiyacımıza ilişkin ‘deneyim döngüsünü’ ifade eder. Şimdi de bu aşamalardan herhangi birinde bir sorun olduğunu düşünelim. Örneğin; boğazımda kuruluk olduğunu hissetmediğimizi, susuz kaldığımızı fark etmediğimizi ya da susuz olduğumuzu bile bile elimizdeki işle ilgilenmeye devam edip su içmeyi ihmal ettiğimizi ya da bulunduğumuz mekanda bir damla bile su olmadığını düşünelim. Deneyim döngüsü üzerinde bahsettiğimiz bu sorunların herhangi bir aşamada gerçekleşmiş olması bedenimizdeki huzursuzluğun ve gerilimin artmasına neden olur. Bedenimiz susuzluk öncesindeki dengeye kavuşabilmek için bu gerilimi her saniye daha da arttırarak ihtiyacımızla ilgili bizi dürter. Bu gerilim bazen huzursuzluk, bazen öfke bazen de baş ağrısı gibi somatik işaretlerle kendini gösterir. Uzun süreli susuzluk durumunda ise ciddi sağlık sorunlarının baş gösterdiği bildiğimiz bir şeydir. Fakat bu gerilim bazı durumlarda belli bir sınıra ulaştıktan sonra anlamını kaybedebilir. Susuz olduğumuzu unutup gerginliğimizin anlamını da fark edemez hale gelebiliriz.
Yukarıda bahsettiğimiz deneyim döngüsü üzerindeki fizyolojik ihtiyaçlarımızdan bir örnekti. Tıpkı fizyolojik ihtiyaçlarımız gibi çeşitli psikolojik ihtiyaçlarımızda deneyim döngüsü üzerinden açıklanabilir. Onaylanma, takdir görme, ilgi, beğenilme, değer görme, sevme ve sevilme gibi psikolojik ihtiyaçlarımız da deneyim döngüsü üzerinden karşılanır ya da kesintiye uğrar. Örneğin çok sevdiğimiz birini hatırladığımızda özlem duymamız, özlem hissettiğimizi fark edip anlamlandırmamız, onunla görüşme gerçekleştirmek için plan yapmamız, onunla buluşmaya gitmemiz ve buluşmamız, birlikte geçirdiğimiz süre zarfında özlemimizi gidermemiz ve ondan ayrılmamız tam anlamıyla deneyim döngüsünün aşamalarından geçtiğimizi gösterir. Özlediğimiz kişiyle buluşma isteğimizi yok sayma, bastırma, tam olarak fark edememe gibi durumlar; sevme ve sevilme ihtiyaçlarımızı karşılamamız önünde birer engel olabilir. Ayrıca ‘ya reddedilirsem, neden hep ben arıyorum, önce o arasın vb.’ türden katastrofobik ya da eleştirel düşüncelerle ihtiyacımızı gidermeyi engelleyebileceğimiz gibi, buluşmanın ayarlandığı gün isteğimizden vazgeçme, buluşmayı nasıl gerçekleştireceğimizi bilememe, buluştuğumuz anda aklımızdaki farklı düşünce ya da ihtiyaçlar sebebiyle an’da kalamama, keyif alamama ya da ayrılmayı bir türlü yapamama gibi tutum ve davranışlar da döngünün sağlıklı ilerlemesi önünde engeldir.
Özet olarak; yaşamımızın devamlılığı için gerekli olan her türlü ihtiyacımız bu döngünün aşamalarından geçerek karşılanır. Bazı durumlarda bu aşamalarda tıkanmalar, takılmalar yaşanır. Bazı durumlarda ise bu aşamalar atlanarak devam edilir. Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmemiz, deneyim döngüsünün aşamalarını teker teker geçmemiz ve ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemizle sağlanır. Her türden ihtiyacımızı karşılayabildiğimiz ölçüde gelişir, büyür ve yaşamamıza devam ederiz.
Tabii ki takılmak da hayata dahil 😊
Ulusal tenis oyuncusu ve tıp öğrencisi olan Arnold Beisser’ın hayatı geçirdiği felç sebebiyle bambaşka başka bir yöne evrilir. Tüm bu yükselişler, inişler, sevinçler ve hayal kırıklıkları içerisinden 1970 yılında yayınladığı ‘Paradoksal Değişim Teorisi’ makalesiyle hatırlanmaya başlar. Yaşamının sonucu ya da yansıması olarak düşünebilec
Ulusal tenis oyuncusu ve tıp öğrencisi olan Arnold Beisser’ın hayatı geçirdiği felç sebebiyle bambaşka başka bir yöne evrilir. Tüm bu yükselişler, inişler, sevinçler ve hayal kırıklıkları içerisinden 1970 yılında yayınladığı ‘Paradoksal Değişim Teorisi’ makalesiyle hatırlanmaya başlar. Yaşamının sonucu ya da yansıması olarak düşünebileceğimiz ‘Paradoksal Değişim Kuramı’ bir çoğumuzun hayatında varoluşumuzu anlamlandırmaya yardımcı olan etkisiyle önemli bir değere sahiptir.
Çünkü Beisser bize “gerçek değişimin, aslında kim olduğumuzu anladığımız ve olumlu ya da olumsuz özelliklerimizi kabul ettiğimiz zaman başladığını” söyler. Yeryüzündeki pek çok öğreti nasıl olmamız gerektiğiyle ilgilenir. İyi bir insanın nasıl olduğunu her öğreti kendi bakış açısıyla sunar. Birçoğumuz bu öğretilerle yola başlarken mükkemmel olmak, saygın olmak, zengin ve akıllı olmak, çok iyi vücüda sahip olmak, herkesin önünde olmak gibi sınırlarımızı, kapasitemizi aşan istek ve arzularla yaşama devam ederiz. Ancak istediğimiz değişimi gerçekleştirebilmek için kim olduğumuzu bilmemiz önemlidir. Eksiklerimiz, yetersizliklerimiz, kusurlarımız, hatalarımız bize kim olduğumuzu belirttiği gibi neye ihtiyaç duyduğumuzu da fısıldar ve yaşamdaki tecrübelerden biliyoruz ki; gerçekliğe dayalı olan istekler sıklıkla daha başarılıdır.
Değişim zorla değil fakat zamanla gerçekleşen bir durumdur. Yaşam içinde herşey karşıtıyla var olduğu gibi değişim de durağanlıkla çekişme içerisindedir. Değişim için gösterdiğimiz her çabanın karşısında durağanlık boyutunu da hareketlendirmiş oluruz. Kendimizi değişmeye zorladığımız kadar aynı kalma olasılığımızı da arttırmış oluruz. Bir taraf değişmek için ısrar ederken diğer taraf durmak ve durdurmak için elinden geleni yapar. Paradox işte tam da bu noktadır.
Bu sebeple terapide; durum ya da kişilerin aslında nasıl ve ne şekilde olduğunu fark etmeye ve bununla yüzleşmeye çalışırız. Beğenmediğimiz, kabul etmekte zorlandığımız özelliklerimizi gerçekçi bir şekilde ele almak ve bu özelliklerimize sahip çıkmak; paradoksal olarak değişimi başlatmış olur.
Hepimizin hayatında farklı boyutlarda yaşanan çıkmazlar vardır. Fakat genellikle başarılı bulduğumuz kişilerin sanki bu çıkmazlara yolunun hiç düşmediğine inanırız. Oysa ki başarılar belli bir birikimin, hatalı deneyimlerin ve hedefi yeniden belirlemenin toplamıdır ve bu yolda ilerleyebilmenin sorunsuz olması gerçekçi değildir. Yaşadı
Hepimizin hayatında farklı boyutlarda yaşanan çıkmazlar vardır. Fakat genellikle başarılı bulduğumuz kişilerin sanki bu çıkmazlara yolunun hiç düşmediğine inanırız. Oysa ki başarılar belli bir birikimin, hatalı deneyimlerin ve hedefi yeniden belirlemenin toplamıdır ve bu yolda ilerleyebilmenin sorunsuz olması gerçekçi değildir. Yaşadığımız sorunlar karşısında bir kördüğüm içine girdiğimizde genellikle bize faydası dokunacak kişiler ararız ve onlara başvururuz. Çalacağımız kapılardan biri terapistlerimizin kapısıdır. Elbette yaşanılan sorunlara ilişkin terapistimizin teorik arka planının, tecrübesinin ve değerlendirme yeteneğinin bizi mevcut durumumuzdan adım adım ileriye taşımasını bekleriz. Terapiste ilişkin bu beklentinin ‘herşeyi başarmış olan, hiç sorun yaşamayan, duygusal sağlamlığı ve baş etme becerileri çok yüksek olan bir birey olduğu’ inancına dönüşmesi biz gerçeklikten uzaklaştırır. Bunun yerine terapistimizin insane dair sorunları yaşıyor olabileceği ve bu sorunlara ilişkin farkındalığını arttırmak ve seçeneklerini çoğaltarak seçim yapabilme konusunda destek aldığını bilmemiz önemlidir. Bu sebeple terapi odasında kurulan ilişkinin insan insana bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Insan insana ilişkinin temelinde ise ‘diyalog ilişkisi’ dedğimiz kavram yer almaktadır.
Diyalog etimolojik olarak Antik Yunan dilinde ‘Dia’ ve ‘logos’ kelimelerinin birleşimiyle oluşan ve ‘düşünceyi takip etmek’ gibi bir anlamına gelen bir sözcüktür. Günlük kullanımda ise ‘iki ya da daha çok kişinin karşılıklı konuşması’ şeklinde bir anlam içerir. Diyolog ilişkisine dair çalışmalarıyla bilinen filozof Martin Buber (1875-1965) diyalog kelimesini sözlük anlamından farklı olarak ‘varoluşsal bir yaşantı’ olarak tanımlamıştır. Ben-sen ilişkisi dediğimiz bu kavram diğeriyle yaptığımız etkileşimi kendi benliğimiz üzerinden anlamlandırmayı içerir. Buber için bu diğer bir anlamıyla sınır oluşturmadır. Kişinin kendi deneyimini kaybetmeden karşısındakini ‘kendi varoluşuyla’ görmesi ve kabul etmesidir. Tıpkı bir köprü gibi her iki ayağın kendi varoluşuyla ayakta durup diğer kısmı destekleyebilmesi gibi. “Bu buluşma ne sadece benimle olur, ne de bensiz” (Buber). Varoluşu anlamlandıran bu buluşma; çok keskin bir amaç içerdiğinde, hazırlık gerektirdiğinde, hırs ve üstünlük ön plana çıktığında, spontanlığını, esnekliğini ve yaratıcılığını kaybeder. Diyalog ilişkisinde her iki tarafın kendi sınırları bellidir, fakat bu sınırlar birbirlerine ulaşmalarını engelleyen ya da alt-üst ilişkisini tanımlayan katı bir sınır değildir. Bu sınırlaran arasındaki buluşma; tam da bahsettiğimiz esnekliği, yaratıcılığı, etkileşimi ve spontanlığı doğuran ve bu sayede benlik sınırlarının geçirgenliğini, esnekliğini destekleyen bir alandır.
Bu sebeple diyolog ilişkisinin ’ içerisinde hiyerarşi, gizli çekişmeler, güç çatışması, akıl fikir verme ya da yönlendirme yapma yer almamaktadır. Bunun yerine oldukça açık, spontan, eşit ve insan insana bir etkileşim mevcuttur. Bu etkileşim yoluyla; güvenli, destekleyici, olumlu ve sağlamlaştırıcı bir iletişimin kurulması temel alınır. Karşılıklı güveni içeren bu etkileşim; kişinin kendini açması, farketmesi, kabullenmesi ve değişmesi için önemli bir gücü oluşturmaktadır.Tüm bunlara rağmen iyi bir eşlikle beraber psikoterapi süreci kişiyi geliştiren, büyüten, kişinin beden, duygu ve düşüncelerinin kendi içerisinde bütünlüğünü ve uyumunu sağlayan yani bütünleştiren, sorumluluk aldıran ve yeni yollar keşfettiren bir çalışma alanıdır. Bu çalışmanın içerisinde; işe yaramayan kişilik özelliklerinin, tutum ve davranışların keşfedilmesi, yerine kişiyi ihtiyacını karşılamasına aracılık edecek yeni seçeneklerin, yeni yolların bulunması, kullanılması ya da tüm bu durumların eksiği ve hatasıyla kabul edilmesi yer alır. Kişi bu yolla kendini tanımaya, hayatı yeniden keşfetmeye ve ilişkilerini düzenlemeye doğru yol alır.
Yeniden doğmanın acı veren etkisi, yerini yavaş yavaş canlılığa ve tazeliğe bırakırken terapinin anlamı tam olarak ortaya çıkmış olur.
Telif Hakkı © 2024 Figen Alpay - Tüm Hakları Saklıdır.